"Sürekli hikaye anlatan insanlar hikaye olur."
http://www.youtube.com/watch?v=xr_DgBlHLiM

24.

Her şey bir anlığına gelişiyor. Yapyağmurlu bi' gece. Kabataş'tan Topkapı'ya giden bir tramvayda -Laleli değil, ne yazık-. Sadece bir anlığına yanına oturan kişiye bakıyor. Gecenin on buçuğunda ilk defa bir çocukla başbaşa kalma fırsatı yakalamış; başbaşa bile değiller oysa ki. Uzaklaştığın onca şeyi düşün, kulaklığında en sevdiğin kadınlardan biri Diamonds and Rust söylerken -Baez değil, ne yazık-. Onca kalabalıklaşmak aslında yalnızlaşmaktan başka bir iş değil ve yazmak, yazmak her daim. Ve bir de müzik. Hayatın başka manası mı var ki? Çocuk geriniyor. Tam şu an.
Normalde yanımda oturan birinin gerinirken omzuma değen kolu beni rahatsız eder ama bu defa daha uzun sürsün istiyorum. Bu küçük kızı sarıp sonsuza dek bırakmamak. Üstelik o bunu sonsuza dek bilmeyecek. Bizim başka insanlarda uyandırdığımız sonsuza dek bilmeyeceğimiz hisler neler acaba? İnsan hep kendisiyle ilgili olanı bilmek istiyor işte. Kabataştan Topkapı'ya giden bir tramvayda bile -Laleli değil, ne yazık. 

23.


müziksiz anların eksikliği gibi,
bazı binalar da
yaşanmışlık olmayınca,
eksik biraz.

Siz şimdi fotoğrafa bakınca göremiyorsunuz ama o aşağıda asker gibi sıralanmış uzun ince binaların her birinin birer bahçe kapısı var aslında. Ve belki günün birinde bir kümesi bile vardı birinin, içindeki tavuklara kocasının işten dönmesini bekleyen bi’ kadının her gün sıkılgan bi’ tavırla yem verdiği. Omuz hizasında kestirdiği içe fönlü kahverengi saçlarını beyaz puantiyeli kırmızı bir taç ile süslemiş, beline oturan beyaz klişe elbisesi kirlenmesin diye ayakta dikiliyor ve hafif hafif esen rüzgârın kurumasına yardımcı olduğu çamaşırları izliyor uzaktan öylece, dalgın.

Belki her sabah kötürüm bi’ adam, tekerlekli sandalyesinden uzanarak umutsuzlukla araladı şu yukarıdan aşağıya tam tamına üçüncü balkon camının perdelerini. Belki genç bir kız birçok kez ölümü düşledi her gece köşede kalan balkonlardan birinden gökyüzünü izlerken. Ama asla cesaret edemeyip içeride yatan yaşlı kocasının yanına döndü usulca. “Belki şurada da minik mutlu bir aile vardır.” demek istiyor insan bu heybetli binaya bakınca, ama besbelli mutlu ailelerin binası değil bu. Önde hizaya geçmiş askerlerden birinde yaşayabilir ancak, mutlu bir aile bu tabloda.

Şu sağdaki sarı badanalı dairede orta yaşlı yalnız bir yazar oturuyormuş vaktiyle. Yazdığı, daha doğrusu yazamayıp tıkandığı anlarda, sıkıntılı bir yüz ifadesiyle pencereye yürür, perdeyi şöyle bir aralar ve sokağı izlermiş. Karşıda, mutlu insanların binalarında hayat sıradan, akmaya devam edermiş. Fötr şapkalı genç bir adam, sevgilisini tam bu anda öpermiş; mutlu insan binalarından birinin önünde, merdivenlerin ikinci basamağında, aniden. İşin ilginci, o zamanlar hakikaten varmış: Mutlu insanlar! Hastalıklı yirmi birinci yüzyıla bir, iki, üç, dört, beş, belki altı asır varmış. Belki o zamanlar ne birbirine sokulmuş askerler, ne de bizim yalnız kovboy dikilirmiş oracıkta. Ama mutlu insanlar...

22.

Adam karşı kaldırımda ayaklarını sürüklemeye devam ediyordu. Yabancı ayakların sürüklenme sesi bile ilgi çekici gelebiliyordu insana, üstelik gecenin bir vakti bir Musevi mezarlığının önünden geçerken. Evet, gece bastırmış ama bu defa insanlar kaçışmamıştı. Farkına varmak eylemi yine çok kısa sürdü: Etrafta insanlar vardı. Günün birinde fark edilmeyi bekleyen onca insan.
Günün biri, insan hayatının tam olarak hangi kısmına denk geliyor?
Herkes biraz biraz kendi içine ölüyor beklerken.