müziksiz anların eksikliği gibi,
bazı binalar da
yaşanmışlık olmayınca,
eksik biraz.
yaşanmışlık olmayınca,
eksik biraz.
Siz şimdi fotoğrafa bakınca göremiyorsunuz ama o aşağıda
asker gibi sıralanmış uzun ince binaların her birinin birer bahçe kapısı var
aslında. Ve belki günün birinde bir kümesi bile vardı birinin, içindeki
tavuklara kocasının işten dönmesini bekleyen bi’ kadının her gün sıkılgan bi’
tavırla yem verdiği. Omuz hizasında kestirdiği içe fönlü kahverengi saçlarını
beyaz puantiyeli kırmızı bir taç ile süslemiş, beline oturan beyaz klişe
elbisesi kirlenmesin diye ayakta dikiliyor ve hafif hafif esen rüzgârın kurumasına
yardımcı olduğu çamaşırları izliyor uzaktan öylece, dalgın.
Belki her sabah
kötürüm bi’ adam, tekerlekli sandalyesinden uzanarak umutsuzlukla araladı şu
yukarıdan aşağıya tam tamına üçüncü balkon camının perdelerini. Belki genç bir
kız birçok kez ölümü düşledi her gece köşede kalan balkonlardan birinden
gökyüzünü izlerken. Ama asla cesaret edemeyip içeride yatan yaşlı kocasının
yanına döndü usulca. “Belki şurada da minik mutlu bir aile vardır.” demek
istiyor insan bu heybetli binaya bakınca, ama besbelli mutlu ailelerin binası
değil bu. Önde hizaya geçmiş askerlerden birinde yaşayabilir ancak, mutlu bir
aile bu tabloda.
Şu sağdaki sarı badanalı dairede orta yaşlı yalnız bir yazar
oturuyormuş vaktiyle. Yazdığı, daha doğrusu yazamayıp tıkandığı anlarda,
sıkıntılı bir yüz ifadesiyle pencereye yürür, perdeyi şöyle bir aralar ve
sokağı izlermiş. Karşıda, mutlu insanların binalarında hayat sıradan, akmaya
devam edermiş. Fötr şapkalı genç bir adam, sevgilisini tam bu anda öpermiş;
mutlu insan binalarından birinin önünde, merdivenlerin ikinci basamağında,
aniden. İşin ilginci, o zamanlar
hakikaten varmış: Mutlu insanlar! Hastalıklı yirmi birinci yüzyıla bir, iki,
üç, dört, beş, belki altı asır varmış. Belki o zamanlar ne birbirine sokulmuş askerler,
ne de bizim yalnız kovboy dikilirmiş oracıkta. Ama mutlu insanlar...