"Sürekli hikaye anlatan insanlar hikaye olur."
http://www.youtube.com/watch?v=xr_DgBlHLiM

7.


-Burada bunu yapmak yasak değil mi?
-Polis misin?
-İyi ama, yasak değil mi?
-Polis misin, değil misin?!
Adamın yüzüne barın kırmızı neon ışıkları yansıyordu. Delici bakışlarını daha da güçlendiriyordu bu yansımalar. Cesur görünüyor, diye düşündü kadın. Bütün dünyayı karşısına alabilirmişçesine cesur... Kendini iyice yorgun hissetti bu eğilmez gibi görünen güç karşısında. Bakışlarını yerde rastgele bir noktaya sabitleyip başını hafifçe yana eğdi. Saçları, diye düşündü adam. Saçları boynunu kapatmamalı. Başını eğince biraz daha açığa çıkan boynu ve omuzları adamı cezbetmeye yetmişti. Kadın yerine döndü, adam da işine devam etti. Aralarında sadece iki tabure vardı. Sorun değil bu diye düşünen adama karşın onları aşılmaz iki engel gibi gören kadın... Hayat, doğru eşleştirmeler yapamıyordu çoğu zaman. Şimdiyse iki yıkıntı arasına iki tabure yerleştirmişti. Kadın, votka bardağını avuçlarının arasına aldı ve başını önüne eğdi. Soyulmaya başlamış kırmızı ojelerine bakıyordu. İçki yüzünden, diye düşündü. Onun yüzden saçmalıyorum. İyiydi ama, baş ağrısını geçirmişti en azından. Adam ise, kadına bakmak istemiyordu. Bu yüzden bu defa önündeki beyaz toz yığınından daha çok çekti içine. Belki iki tabure ötesinde oturan kadının varlığı bile silinebilirdi birazdan. Sonra da adam çeker giderdi zaten. Kadın bardağında kalan son içkiyi de içtikten sonra kalkıp ağır adımlarla -biraz da sendeleyerek- adamın yanındaki tabureye oturdu. Bu defa güçlü görüneni o oynamak istiyordu belli ki. Adam kadının varlığını yoksayarak sadece önüne baktı. Kadınsa adamın terden parlayan açık boynuna... Sonra bakışlarını biraz aşağı kaydırdı; kollarına. Tabureden kayıp yere yığıldığında da son olarak bunu düşündü: Kolların bile fazla güzel... Adam, kadını öylece bırakıp gitmeyi düşündü. Hem ilk defa o gece gördüğü bu kadından ona neydi? Her defasında aklına ilk gelen şeydi, kaçmak. Bağımlı oluşu bile bu yüzdendi; bir süreliğine de olsa hayata arkası dönük yaşamayı tercih ediyordu. Yapabilseydi eğer çok daha fazlası da olabilirdi. Ama her zaman kolaya kaçacak kadar güçsüzdü. Bu defa yine bir ilki gerçekleştirip dizleri üstüne çöktü ve kadını kucağına aldı. Adam, asıl şimdi güçlüydü ve kadın bunu göremiyordu. Dahası belki görseydi hoşuna bile gitmeyebilirdi... 
Dışarı attığı ilk adımda pişmanlık adamı esir almıştı bile ama artık geçti. Bu defa kolaya kaçamayacaktı. Soğuk rüzgar çıplak kollarını yalayarak esmeye devam ederken kadının da kırmızı elbisesinin eteklerini savuruyordu. Fazla kırmızı, fazla tesadüfî, fazla güzel... Her şey fazlaydı bu gece adam için. Ve belki ilk defa şansı da fazlaydı. Her adımda yüzüne çarpan soğukla biraz daha ayılan adam, ne yaptığının bilincine varınca birden korkuya kapıldı. O kadar ki neredeyse kadını düşürecekti. Nabzına bakmayı bile akıl edememişti ki, ya öldüyse? Tanrım! diye düşündü adam, aptalın tekiyim. Kadının dudakları aralandı tam o an, sanki bir şey söyleyecekti. Adam kadını iyice kendine çekerek kulağını dudaklarına yaklaştırdı. Ama kadın hiçbir şey söylemedi. Sadece boğuk bir inilti çıktı boğazından. Neyse, dedi. En azından yaşıyor.
Evine vardığında odanın yarısını kaplayan yatağına yatırdı onu. Odada başka eşya da yoktu zaten. Sırtını duvara yaslayarak yere oturdu adam. Yorgun hissediyordu. Hem bedenen hem ruhen... Her şeyi boşverip düşünmemeye karar verdi. Kendine gelince çeker gider nasılsa...